ÇAĞRI OTOMOTİV
Batakköylü Düğün Salonu

HUZUR VE GÜVEN ŞEHRİ!

2022-12-05 08:04:28
555 OKUNMA

Şehabeddin Mahir Tuna

Yer Taksim değil, Sakarya… Zanlı da Suriyeli değil, Sakaryalı… Yardım ve yataklık yapan terör örgütü değil şehrin toplu taşıma hizmetinin emanet edildiği bir minibüs hattı… ve şehrin huzur ve güvenine atılan bir BOMBA…

“Yanında mahremi olmayan bir bayanın tek başına sokağa çıkıp yolculuk yapması caiz mi?” diye sorulan soruya “Yolda ve yolculukta can, mal, namus için bir tehlike bulunmadığında caizdir” görüşünden yola çıkarak şehirlerimiz bu yönden güvenlidir diye güncel fetva verenler…
Büyükşehir diye adlandırıp başkanına ödüller verilen bir şehrin göbeğinde genç bir kız okul dönüşü evine gitmek için minibüse bindiğinde otuz suç kaydı olan ve altı gün önce hapisten çıkmış birine teslim edilmiş toplumsal taşıma aracında tecavüz saldırısına uğruyor ve darp ediliyorsa sizin fetvalarınızı gözden geçirmeniz gerekir…

Medine Ne Demek?
“Medine” kelime anlamı olarak “şehir” demektir. Peygamberimiz (sav) hicretten sonra “Hz. İbrâhim Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi harem yaptım” diyerek şehri harem yani haramlardan uzak olan şehir olarak ilân etmiştir (Buhârî, “Cihâd”, 71). Medine’ye “Peygamber Şehri” denilmesinin asıl sebebi; Birçok haksızlık, zulüm ve cahilliğin hüküm sürdüğü bir şehir iken, halkının çoğunun kendi isteğiyle gönüllü olarak İslam’ı kabul etmeleri nedeniyle “Kur’an ile Fethedilen” bir şehir olarak İslam’ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşanılan huzurlu ve güvenli bir İslam Medeniyeti haline dönüşmesidir. Bu nedenle asıl adı “Yesrib” olan şehir Peygamberimize nispeten el-Medînetü’l-münevvere gibi isimlerle anılmıştır.
Peygamberimiz (sav)’ın Medine’si öyle bir şehir haline gelmişti ki; Kimse kimsenin canına, malına ve ırzına göz dikemez, yan dahi bakamazdı. Ezan okunduğunda herkes cemaat ile namaz kılmak için camiye koşar, esnaf dükkânlarını tezgâhlarını olduğu gibi bırakıp mallarında hiç aklı kalmadan huzur içerisinde namazlarını eda ederdi. Dışarıdan şehre gelenler bu durumu görünce hayret içerisinde kalır, İslam’ın “güven” ve “emin” demek olduğunu daha iyi anlayarak hayranlık duyar ve birçoğu o şerefe bir an önce kavuşmak ve o şerefli insanlardan olabilmek için kısa sürede Müslüman olurdu.
O şehirde kimse ticaretine hile karıştıramaz, sütlere su katılamaz, kimse birbirini kandıramaz, haksızlık ve zulüm yapamazdı. Kimseye parası, çevresi ve tanıdığı var diye kanunlar önünde ayrımcılık yapılmaz, iş ve görev paylaşımında torpil yaptırılamaz ve adam kayırılamaz, emanetler ve makamlar sadece ehline verilirdi. Bir gün hırsızlık yapan birinin cezasını hafifletsin diye Peygamberimize hatırlı birini yollayan insanlara Peygamberimiz çok kızmış ve “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî, Enbiyâ 54, buyurarak Allah’ın hükümleri karşısında kendi kızı bile olsa asla iltimas ve torpil yapılamayacağını vurgulamıştır.

Allah’tan, Kanundan (Cezalardan) veya İkisinden de Korkan Şehrin Halkı!

Medine’de yaşayan insanların büyük bir kısmının suç ve günah işlemesini engelleyen başlıca faktör Allah sevgisi (korkusu) idi. Çünkü Müslümanlar suç ve günah işleyerek Yüce Yaratanın ve Peygamberinin gözünden düşmek ve iki dünyada mahcup ve mahzun olmak istemiyordu. Ayrıca Müslümanlar için İslam dininde kul hakkı denilen ve sadece tövbe ile affedilmesi söz konusu olmayan bir tehdit vardı ve Müslümanlar herhangi bir nedenden dolayı kul hakkına girmekten çok korkardı. Şeytan onları bir suç ve günaha sevk ettiğinde ise bu sefer kanunlar ve cezalar akıllarına geliyor ve cezalandırılma korkusuyla yine o suç ve günahtan uzak duruyordu.

Şehirde yaşayan ve Müslüman olmayan halk da aynı şekilde İslam hükümlerine aykırı bir davranışta bulunup, herhangi bir haksızlık ve zulme sebebiyet verdiklerinde cezalandırılacaklarını çok iyi bildikleri için, yani kanunlardan ve cezalardan korktukları için suçtan uzak duruyordu. Sonuç olarak Medine’de yaşayanlar ya Allah’tan, ya kanundan ya da ikisinden de korktukları için suç işleme oranı yok denilecek kadar azdı ve bu sayede huzur ve güvenin hâkim olduğu huzur dolu bir şehir olan “Medine” meydana gelmişti.

Ne Allah’tan Ne de Kanundan (Cezalardan) Korkmayan Şehrin Halkı!

Bu gün ülkemiz ve şehrimizde her geçen gün sayısı artan öyle insanlar türedi ki, herhangi bir suçu işleme noktasında kendileri Ne Allah’tan Ne de Kanundan (Cezalardan) Korkuyor! Öyle ki, bu insanların haksızlık, yolsuzluk, hukuksuzluk, kanunsuzluk, namussuzluk, hırsızlık, zulüm ve katliam yapmalarını hiçbir şey engelleyemiyor. Huzur ve güven tesisi için her yıl yüzlerce polis, bekçi ve Jandarma alımıyla kolluk kuvvetlerinin arttırılmasına, köşe bucak her yere kameralar yerleştirilmesine, çeşitli yama kanunlarla cezalar ağırlaştırılmasına rağmen suç ve suçlu sayısı her geçen gün daha da çok artıyor.
İşlenen suçlardan dolayı toplum içerisinde ayıplama ve suçlulara karşı dışlama artık söz konusu olmadığı gibi suçlularda da bu suçlar nedeniyle utanma da kalmadı. Aksine toplumda çok zina işleyene “zampara”, alkol ve uyuşturucu kullanana “alemci”, çok dolandırıcılık yapana “uyanık”, hırsızlık yapana “fırsatçı”, çok zulmedene “psikopat”, her türlü gayrı meşru işi olup “uyuşturucu” satmayan sözde vatansever kanunsuzlara sevimli ve saygıdeğer “mafya” veya “kabadayı” yakıştırmaları yapılarak suç ve günahlar meşrulaştırılmaktadır. Sonuç olarak Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz ve kanunları kaile almaz bireyler toplumda çoğalmaktadır.
İhmaller, gasplar, darplar, katliamlar, tecavüzler, tacizler, saldırılar, haksızlıklar, yolsuzluklar, çeşitli zulümler ve daha nice suç ve günahlar… Hepsi her geçen gün artıyor. Çünkü toplumda her geçen gün Allah korkusu azalıp yok olurken, kanunlar ve cezalardan da korkulmuyor. Denetlemeler ise göstermelik ve yetersiz. Ülkemizde ve şehrimizde suçluları ve suç potansiyeli olanları suçtan vazgeçirecek uygulamalar ve yaptırımlar olmazsa huzur ve güvenin tesisi mümkün değildir.

Koku Aynı Koku da Bizim Burnumuz Alıştı!

Dericinin birinin evine bir şehir kızı gelin olarak gelir. Gelin hanım eve gelince kokudan çok rahatsız olup kayınvalidesine söylenmeye başlar. İlk günden itibaren söylenerek evi havalandırmaya ve temizlemeye koyulur. Boya badana yapar, bazı eşyaları değiştirir ve evi görüntüde bambaşka bir ev haline dönüştürür. Ama ev derici evi ve altında tabakhane vardır. Günler geçer ve bir sabah gelin hanım camı açarak derin bir nefes çeker. Sonra kayınvalidesine giderek “ohh be, benden önce bu ev pislik içindeydi ve her yer pis pis kokuyordu. Ben gelince etrafı güzelce temizledim, eşyaları değiştirdim, etrafı düzelttim, koku moku kalmadı tertemiz oldu” der. Kayınvalide gelin hanıma gülümser ve : “Ahh be kızım! Ev aynı ev, koku da aynı koku ama senin burnun o kokuya alıştı senin haberin yok!” diye cevap verir…
Ülkemizde son yıllarda sosyal, ekonomik ve dini alanda meydana gelen bir takım gelişmelere dünyalık göz ve siyaset gözlüğüyle bakıp ta her şeyin çok iyiye gittiğini düşünenler… Yanılıyorsunuz… Ev aynı ev, koku da aynı koku ama bizim burnumuz pis kokulara alıştı haberimiz yok!

***
Bir Ayet: “Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz...” (İsra Suresi – 16.Ayet)


Şehabeddin Mahir TUNA
İlahiyatçı Yazar
sehabeddinmahir@gmail.com

YORUM YAZ

ADINIZ SOYADINIZ:
YORUMUNUZ:

Diğer Yazıları

Kayan tır yoldan çıktı
1 / 15
BELLONA

YAZARLARIMIZ

   

EN ÇOK OKUNANLAR

EN ÇOK YORUMLANANLAR

AKYAZI HABER

Arşiv Haber Arama

Turgay Usta (Akgün Restoran)