Levent SERDAR
Gördüklerine inanamadı. Sanki ilk başladığı yere dönmüştü. Kaldırım kenarında ki o sahneye kadar çabasından gurur duyuyordu. Artık, gözyaşlarını tutamıyor. Nefsini kınıyordu. Yazıklar olsun bana diyordu. Rabbi’nin huzurun da bir kez daha çok mahcuptu.
İki saat öncesiydi. Güneşin altında ihramın içinde tavaf yapıyordu. Alın teriyle elinin emeğiyle gelmişti. Hz. İbrahim'in çağrısı, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın emrini yerine getirmek için oradaydı. Peygamberinin(s.a.s) dolaştığı o yerlerdeydi. Resulünde baktığı dağları taşları, O da artık canlı canlı görüyordu. Ashabın ayak bastığı, peygamberler diyarında O da geziyordu. Beş şarttan biriydi yaşadığı. Buna kavuşmalı, gerçek manada dininin 5 temel emrini yerine getirmeliydi. İnancı bunu gerektiriyordu.
Sayını(Sefa ve Merve tepeleri arası yürüyüş) da yapmıştı. O kadar çok yorulmuştu ki oteline dönmek için mecali kalmamış, dolmuş gözlüyordu. Aynı zamanda yaptığı ibadet dolayısıyla kendisiyle gururlanıyordu. Bu arada ne yesem diye düşünüyordu. Aklında olan birçok seçenekten bir kaçını seçip alışveriş yapmayı planlıyordu. Etrafında temizlik işleriyle görevli olanlar, güvercinlere atılmış ve dağılmış; Arpa, buğdayları süpürüyordu. Bu artan tahıl, öbek öbek bir yere toplanıyor, sonra küreklerle çöp torbalarına dolduruluyordu.
Bir den gözüne bir kardeşi ilişti. Üzerinde yıpranmış ihramıyla karadan da siyah bir kardeşi. Oldukça zayıftı. Kollarıyla bacakları aynı derecede inceydi. Çok ta gençti. Etrafa parlayan gözleriyle tedirginlikle baktığını fark etti. Dikkatini çekmişti. Kalabalıklar arasından onu izliyordu. Kendini fark ettirmiyordu. Sonra birden çömeldiğini ve ani bir hareketle öbeklenmiş arpadan bir avuç kadar aldığına tanık oldu. Anlam verememişti. Bütün yorgunluğuna rağmen onu izlemeye karar verdi. Artık Mekke'nin daha önce girmediği dar sokaklarında takip başlamıştı. Uzunca bir yürüyüşten sonra kalabalıklar azaldığı bir yerde yol kenarında bir kaldırım taşına oturunca takibi sonlanmış, merakı da her adım da iyiden iyiye artmıştı. Tam bu sırada O siyahî kardeşinin, avucunda oraya kadar getirdiği arpa ve buğdayları yemeğe başladığını gördü. Ruhunu ve bedenini bir ürperti sarmış, olduğu yerde dona kalmıştı. Kendine geldiğinde yanına doğru yürüdü. Boğazı, düğüm düğüm olmuştu. Yutkunamadı. Konuşamadı da. Konuşsa bile lisanları uyuşmuyordu. Nasıl anlaşacaktı. Gözlerin anlattığını dili zaten tercüme edemezdi ki... Bu siyahî kardeşi onun gurur karanlığını, yerle bir ederek aydınlatmıştı. Bu olay gerçekten yaşanmış ve Âlemlerin Rabbi buna şahit olmuştu.
Önümüz Ramazan ve en uzun günleri oruçla geçireceğiz. Susuzluk ve açlık çekeceğiz. İftarda ve sahurda neyi yesek ne içsek diye düşüneceğiz. Sonrada çeşidi bol sofralarda oruç açıp yine karnımız tok, niyet edeceğiz. Dünyanın başka yerlerinde de kardeşlerimiz yine oruçlu olacak ama ne iftarından nede sahurundan emin olamayacak. Bunu unuttuğumuz anda orucun bize faydası olmayacak. İsraftan ve şaşalı sofralardan uzak olmanın yanı sıra nefsi terbiye ederken şeytanın başka bir tuzağı olan; Bak bu sıcakta oruç tutuyorsun, sen müstesnasın fitnesiyle kibir bataklığına sürüklenmemek için de Rabbimize dua edelim. Ramazan'ınız hayırlara vesile olsun.