Dershane realitesi, Çin işkencesi ve çözüm

Lakin, sağ olsun, Milli Eğitim Bakanı’mız, haftanın hemen her günü demeç vermeye ve insanları incitecek laflar sarf etmeye başladı. Ona bir de bazı işgüzarların (daha nazik bir tabir bulamadığım için işgüzar diyorum) eğitim ile uzaktan yakından ilgisi olmayan polemikleri de eklenince bir şeyler söylemek şart oldu. Zira eğitim meselesi ne Çin işkencesi gibi insanların alınlarına tıp tıp su damlatmakla çözülebilir; ne de laf ebeliği yapılarak ve gönül yıkılarak…

Her şeyden önce şu gerçeği söylemekle mükellefiz: Dershane meselesi, tıpkı eğitimle ilgili diğer konular gibi, sadece bir camianın ya da bir sektörün değil; ülkenin meselesidir. Dershaneler konusunda takınılan buyurgan ve yasakçı tavra tam da bu yüzden karşı çıkmak gerekiyor. Hangi açıdan bakarsan bak bir yanlışlık var bu işte. Özel teşebbüse ‘kapatırım’ demenin bir mantığı olmadığı gibi, sınav sayısını 36’ya (tepki görünce 12’ye) çıkarırken de dershanenin gereksizliğinden bahsetmenin doğru yanı yok.

Neymiş? Fakir aileler dershaneye öğrenci gönderirken zorlanıyormuş; hatta malını mülkünü satmak zorunda kalıyormuş. Diyelim ki bu tez doğru. Çözüm kapatmak mı? Özel okullar, dershanelerin iki-üç katı fiyat alıyor ve hiçbir fakir aile çocuğunu özel okulda okutamıyor. Onları da acilen kapatmak mı gerekiyor? Kaldı ki dershaneler fakir öğrencilerin kurtuluş simididir. Çünkü özel okullara para yetiştiremeyen aileler ara bir formül olarak çocuklarını dershaneye gönderiyor. Eğitimdeki eşitsizlik ancak dershanelerle giderilebiliyor. Dershaneler kapatılırsa özel okula çocuğunu gönderen yine gönderecek; ama dershanenin kapattığı uçurum adaletsiz bir yol açacak ve korkunç vebal Milli Eğitim’in omuzlarına binecek... Dershanelerin kapanması kurs alma ihtiyacını ortadan kaldırmadığı için korsan kursçuluk patlayacak. Fakir öğrenci velisi, merdivenaltı kurslarla nasıl baş edecek?

MEB diyor ki, “Ey dershaneler özel okula dönüşün, size destek sağlayalım…” Madem destek sağlayacaksın adamlar dershaneyken de aynı şeyi yapsana! Madem derdiniz fakir aileler, dershaneciler tarafından bir fon kurulmasını, mali durumu zayıf olan talebelerin o fondan yararlanmasını; hatta heba edilen eğitim kaynaklarından da bu fona destek verilmesini sağlarsın; olur biter. Tabii maksadınız mali durumu zayıf öğrencileri ve ailelerini korumak ise...

Fevkalade incitici ve rencide edici bir mazeret: Dershaneler elindeki rantı bırakmak istemediği için okula dönüşmek istemiyor. Gülünç! Özel okula dönüştüğünde öğrenciden alacağı ücret ikiye üçe katlanacakken adam niye mali sebepten dolayı kapanmaya razı olmasın ki! Eğitim camiasının bir bölümünü tahrik edici bir laf: Yasa çıkarılacak ve artık dershanelerin tabelalarında MEB yazmayacakmış. Yazmazsa yazmasın; zaten özel işletmelerin kapısında herhangi bir bakanlığın bangır bangır bağırması hata. Kaldı ki dershaneler gireceği sınavda kendini yeterli bulmayan öğrenciye kurs veriyor; diploma da dağıtmıyor, sertifika da. Yani, meşruiyetlerini MEB’in mühründen değil; arz talep dengesindeki ilgiden ve bilgiden alıyor. Kurs almak mecburi bir eğitim değil ki bakanlığın şefkat ve merhamet kanatları altında yaşıyor olsun. Dershaneciler serbest piyasa ekonomisinin en tabii kurarını hatırlatınca aba altından sopa göstererek “tevhid-i tedrisat”tan bahsedenler oluyor. Az daha sıkışsa bazıları İstiklal Mahkemeleri’nden bile bahsedecek ve bu savrulmayı içine sindirebilecek. Yazık.

Dershanelerin kapanmasına karşı çıkmayı, ‘cemaat’ meselesi gibi değerlendirmek yanlış. Fethullah Gülen Hocaefendi bu tartışma daha ilk çıktığında söyleyeceğini söyledi ve “Kapanırsa kapansın hizmet duracak değil ya…” diye özetleyebileceğim bir yaklaşım sergiledi. Belki de çok ağır bir sitemdi bu. Bazı dershaneciler de, “Cemaat zaten okulculukta usta; asıl zararı dershane sektörünün çoğunluğunu temsil eden bizler göreceğiz.” diyor. Aslında kimse zarar görmez; demokrasimiz ve yönetim biçimimizden gayrı.

Camianın hassasiyetini doğru okumak şart: Onlar 12 Eylül ve 28 Şubat yönetiminin bile yapmadığı kapatma hamlesini şu zamana kadar gönül dostu saydığı ve bütün demokratik adımlarına destek verdiği AK Parti’ye yakıştıramıyor. Parti tabanı da, hatta vekillerinden bakanlarına kadar, dershane kapatma konusundaki usul ve üslubu tasvip etmiyor. “Memleketin bütün meselesi bitmiş de sıra buna mı gelmiş?” diyen sade vatandaş (özellikle de muhafazakâr kitle) makul bir gerekçe istiyor. Kapatma yönünde serd edilen sebep ve vesileler inandırıcı değil; o yüzden kırgınlık had safhada. Dershane kapatılmasında ısrar edildikçe akla başka şüpheler de gelmiyor değil maalesef.

Dershane konusundaki kördüğümü Başbakan Erdoğan çözmeli. Nasıl mı? Tıpkı başka konularda olduğu gibi halkın dershane mevzuundaki endişelerini dikkate alarak. Düşünün; ağustosta Türkmenistan’dan dönerken gazetecilere anadilde eğitimin özel okullarda bile olsa ülkeyi böleceğini ve seçim barajının düşürülmeyeceğini kesin bir dille ifade etmişti. Bir buçuk ay sonra itiraz ve talepleri göz önüne alan Başbakan, her iki konuyu da Demokratikleşme Paketi kapsamına aldı. Bu kadar kısa süre içinde ortaya koyduğu tavır değişikliğini makul gerekçelerle halka izah etti. Dershane konusundaki tabii mecraya yöneliş, ne Başbakan için nakisedir; ne hükümet için. Aksi, büyük bir iletişim kazasıdır ki onlarca yıl kapanmayacak derin yara açılmış demektir...
Kasım başındaki kampanyaya hazır mıyız?

Her sene yazın tirajımız belli bir oranda düşüyor. Neyse ki siz değerli okurlarımızda 12 taksitle yıllık abone olma temayülü ağır basıyor ve o sayede yaz aylarında telafi edilemeyecek bir düşüş yaşanmıyor. Hamd olsun. Bu sene yaz dönemini, ortalama 950 binlerde kapattık. Yıllık abone oranı yüzde 60’lara ulaşıyor. Bu vefa ve hüsnü kabul karşısında ne kadar teşekkür etsek azdır...
Şimdi yeni ve tatlı bir telaşın ayak sesleri duyuluyor. Okullar açıldı çok şükür. Tatilciler döndü evlerine. Yeni bir abone mevsiminin ufukta belirmesi ile içimiz içimize sığmıyor. Kurban Bayramı’nın akabinde daha da sıklaşacak çalışmalar. Kasım ayına aşkla şevkle gireceğiz. Bir yandan her izleyenin içine küçük bir kıvılcım gibi düşecek bir reklam filmi hazırlanıyor, diğer yandan başka mecralarda yankılanacak tanıtım gayretleri sürüyor. Hepsinden önemlisi, bütün bürolarımız abone toplantıları için hummalı bir seferberlik içinde.
Daha önce de çok abone kampanyası yaptık ama bu seferki heyecan bambaşka. Kasım başlar başlamaz sahaya yansıyacak abone çalışmaları sadece Zaman için değil; yazılı basınımız ve tefekkür dünyamız için de çok büyük önem taşıyor. O yüzden heyecanla bekleşiyoruz. İnşah hedef, vizyon kadar büyük olacak ve zamanın ruhunu anlayabilmek için bu ülke Zaman okuyacak. Kampanya ile ilgili ayrıntıları ilerleyen haftalarda sizlerle paylaşacağız. Allah yolumuzu açık eylesin...

Bizim için de dua, ey hüccac

Kurban Bayramı’nın zevki ruhanisi bambaşka. Dünyanın dört bir yanında tatlı bir telaş yaşanıyor. Arefe gününden başlayan tekbirler eşliğinde dua dua Allah’a yakarış! Bayram namazındaki huşu, bayram sonrası kucaklaşmaya, heleşmeye dönüşüyor. Kırgınlıklar bir tarafa bırakılıyor, eller öpülüyor, başlar sıvazlanıyor, hediyeler takdim ediliyor...
Tabii ki melekleşmenin en zirve noktası Arafat Dağı’nda yaşanıyor. Bembeyaz ihramlara bürünmüş melekler ordusu küre-i arz adına, kendi nefislerinden başlayarak, Cenab-ı Mevla’ya sadakatlerini, mağfiret dileklerini takdim ediyor. Mahşeri çağrıştıran o hengâmede yapılan duaların kabul olduğuna dair teminatlar var. O yüzden her müminin gönlünden geçiyor ki, “Keşke biz de şu an o kutsal topraklarda bulunabilseydik. Keşke rahmet kapıları ardına kadar açıldığında biz de bir köşeye sessiz sedasız oturabilseydik!” Ah keşke!

Gidenler, “Hakkını tastamam verdik mi?” diye tir tir titrerken geride kalanlar da “İnşah bize de nasip olur…” diye temennide bulunuyor. Gidip de bir daha Kâbe’yi görmemek de var, bir kerecik de olsa Arafat’ta bulunmamak da. Kurban Bayramı’nda herkes bir miktar hüzünlüdür bir miktar sevinçli. Bilinen bir şey var: Allah o mukaddes beldeden hiçbir kulunu eli boş çevirmez. Mücrimleri bile muhlislerin arasına katar ve af deryasından kana kana içmesini temin buyurur. O yüzden o mukaddes beldede yapılacak dualara çok ama çok muhtacız!

Bizim gibi, hüccâcı (hacıları) mahzun bir ürperişle uzaktan seyredenlerin o güzel insanlardan bir ricası olsun bari: Hazır oraya avdet etmişken ümmet-i Muhammed için (hassaten bu güzel ülke için) dolu dolu dua edin. Edin ki nifak, vifaka dönüşsün.