Kudüs… Peygamberlerin yurdu, ilk kıblemiz, miracın ilk durağı… Hz. Peygamber’in tüm peygamberlere imamlık yaptığı bu kutlu belde, Müslümanların ortak davası ve izzetidir.
Kutsal kitaplarda mübarek kılındığı bildirilen Mescid-i Aksa, tarih boyunca hak ile batılın mücadelesine sahne olmuştur. Bugün ise işgal altındaki Kudüs’te, İslam’ın ilk kıblesi kirletilmekte, Müslümanların ibadetleri engellenmektedir. Siyonistlerin bu cesareti gücünden değil, ümmetin sessizliğinden kaynaklanmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Ziyaret ancak üç mescide olur: Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mescidim” buyurarak Mescid-i Aksa’nın önemine dikkat çekmiştir. O’nun hadislerinde de ifade edildiği üzere, bu kutsal mekâna yönelmek, annesinden doğduğu gün gibi günahsız olmakla eşdeğer tutulmuştur.
Kudüs, imanla, şuurla ve davayla ayakta kalır. Selahaddin-i Eyyubi’nin “Sabah namazlarında saf tutmadan Kudüs alınamaz” sözü, bu bilinçle hareket edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Yahudilerin nihai hedefi Mescid-i Aksa’dır. Orayı yıkıp kendi mabetlerini inşa etmek isteyenler, bu hayali gerçekleştirmek için her türlü baskı, zulüm ve katliamı meşru görüyor.
Bugün Kudüs'e sahip çıkmak; namusa, onura ve dine sahip çıkmaktır. Çünkü Kudüs, bir coğrafyadan öte, bir imtihan vesilesidir. Mescid-i Aksa’yı yalnız bırakmak, ümmeti yalnız bırakmaktır. Kudüs’ün özgürlüğü, ancak ümmetin uyanışıyla mümkün olacaktır.
1917’de İngiliz komutan Allenby’nin Selahaddin’in mezarına ayak basarak “Yine geldik” demesi, işgalcilerin Kudüs’ten asla vazgeçmediğini göstermektedir. Peki ya biz Müslümanlar, nasıl Kudüs’ü terk edebiliriz?
Kudüs’ü görmezden gelmek, işgali meşrulaştırmaktır. Oysa Peygamberimiz, Kudüs işgal altındayken bile “gidin, orada namaz kılın” buyurmuştur. Bugün Kudüs’e yapılacak her ziyaret, bir ribattır, bir direniştir. Kudüs, gözyaşıyla sulanmış mukaddes bir emanettir.
Unutmayalım: Kudüs’e sahip çıkmak, sadece Filistinlilerin değil, tüm ümmetin görevidir. Kudüs bizimdir, çünkü biz inananlarız. Sefer bizden, zafer Allah’tandır.