Lütuf Değil Hakkımız
Akyazı adalet ve özgürlükler platformu 348. Basın açıklaması
Türkiye’nin başlıca insan hakları sorunlarından biri olan başörtüsü yasağı ve buna bağlı ayrımcılığın tasfiyesine yönelik olarak kılık kıyafet yönetmeliğinin değiştirilmesi ve kamu kurumlarında başörtüsü yasağının kaldırılması, on binlerce mağdur üreten bir ihlalin son bulması anlamına gelmektedir. Artık darbe döneminden kalma uygulamalardan biri olan 'Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik' tüm yönleriyle tarihin çöplüğüne atılmalıdır. Sadece kadınlar için değil erkekler için de baskıcı ve tek tipçi hükümler içeren bu mevzuatın yürürlükten kaldırılması, hem din ve vicdan özgürlüğü bakımından ve çalışma hayatında ayrımcılığın önlenmesi için zorunludur. Bu çerçevede, Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurumu’nun hayata geçirilecek olması da ciddi bir yapısal reform olarak dikkat çekicidir. Yapılanlar lutuf değil gasp edilen hakların iadesinde atılan adımlardan biridir.
Uzun süredir tartışılan insan hakları sorunlarından biri olan nefret suçlarının ceza hukukunun bir parçası haline getirilecek olması ise başlı başına önemli bir gelişmedir. Bilindiği gibi, Türkiye’de nefret suçunu düzenleyen bir yasa veya doğrudan nefret suçuna ilişkin ceza hukukunda özel bir düzenleme henüz bulunmamaktadır. Ancak Ceza Yasasında nefrete dayalı işlenmiş suçlara ilişkin ağırlaştırılmış cezai hükümler yer almaktadır. Pakette din, dil, ırk, cinsiyet, engellilik ve siyasi düşünce gibi nedenlerle işlenen nefret suçlarına yer verilmesi ve yaşam tarzına müdahalenin cezalandırılmasına yönelik Ceza Yasasında düzenlemeye gidilecek olması, hiç şüphesiz önemli bir gelişmedir. Özellikle başörtülü öğrencilerin ve kamu personelinin karşılaştığı ayrımcılığın ve engellemelerin cezalandırma kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ana dilde eğitim hakkının özel okullarda farklı dil ve lehçelerde uygulanacak olması ise ileride yapılacak reformlara zemin hazırlayacaktır. Tek ulus kimliği üzerine bina edilen ulus devletin farklı etnik ve dini kimlikleri baskılayıp aynı potada eritme politikasında sona yaklaşıldığının en iyi örneklerden biri, yer isimlerinin iadesiyle ilgili sağlanan ilerlemedir. Kendi yaşadıkları coğrafyanın tarihi ve kültürel değerleriyle özdeşleşen etnik ve dini azınlıkların köy, kasaba ve şehirlerini dil, tarih ve kültürel değerlerine göre isimlendirmesinin önündeki yasal engellerin kaldırılması, farklılıklara ve insan haklarına saygının bir ifadesidir.
İlkokullarda her sabah çocuklarımızın koro halinde bağırtılarak söylemelerinin istendiği “üstün ırk ve üstün millet” andı nihayet tarihe karışacak gibi görünmektedir. Bu ötekileştirici ve militarist uygulamanın insani değerleri daha çocukluk evresinde aşındırmasının önüne geçilmesi her açıdan önemli ve gereklidir. Nevşehir Üniversitesinin isminin Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştirilecek olması, Süryani cemaatini yakından ilgilendiren ve yıllardır bitmeyen hukuk savaşına konu olan Mor Gabriel Manastırı’nın arazilerinin iade edilmesi, dini azınlıkların mülkiyet hakkı ve dini ibadet özgürlüğü bakımından son derece önemlidir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; Açıklanan paket doğrultusunda yapılacak idari ve yasal düzenlemeler son derece önemli olduğu gibi toplumsal talepleri karşılamaya yönelik güçlü bir iradeyi de yansıtmalıdır. Siyasi katılımı güçlendirecek ve çok kültürlü toplumsal hayatımıza yön verecek bu gelişmelerin desteklenmesi, ortaya çıkan boşlukların analiz edilmesi ve özgürlükler hukukunun daha ileri bir düzeye taşınması, siyaset ve sivil toplum dünyası için kaçınılmaz bir sorumluluk olarak görülmelidir. Bardağın dolu tarafına bakarak boş tarafını görmemek ne kadar yanıltıcı ise, sürekli boş tarafla meşgul olup dolmakta olan tarafı görmemekte ısrar etmek de en az o kadar yanıltıcı ve oyalayıcıdır.


