Nice nesiller gelip geçmiş nice servetler yitip gitmiş yada el değiştirmiş
Önünde saygı duyulup eğilenler, toprağa karışmış ayaklar altında ezilmiş.
Saltanat sahibi sultanlar, beyler, krar, onların vezirleri, sadrazamları, nazırları, çoğunun silik isimli mezar taşları.
Kimileri savaş meydanlarında kimileri sulhta yan yana gömülmüş unutulmuş namları.
Daha yapacaklarım vardı, ödeyeceğim haklar vardı, biraz daha zamana ihtiyacım vardı diyenlerin seslerini duyan olmamış.
Tebalar, padişahlara imrenmiş! Köleler efendilerine sonuçta hepsi ölümün soğuk nefesinde korkuyla donmuş kalmış.
Kimse dünyalık biriktirdiği hiç bir şeyi yanında götüremediği gibi ardında bıraktıkları da zamanın rüzgarlarında savrulup dağıldı.
Hilkatinin tersine döndüğüne tanık olanlar bile ölümü kendine yakıştıramadı.
Bir ayağım mezarda diyenler diğer ayağı Arz'da olduğunu sanarak aldandı. Oysa Kabir olan yer aslında bu Dünyaydı.
Genç olanlar hayatın hızını anlayamamış, ecelin yaşa bakmadığını idrak edememiş.
Günler geçip giderken nereye bu gidiş diye kimse sormamış.
Böbürlenerek yürüyenler gün gelmiş; Değneklere tutunmuş, gün gelmiş; Yataklara mahkum olmuş.
Hiç beklemedik bir anda gelen Azrail onların dur deyişlerine aldırmayacak.
Hayatın tek hakikati ölüm dışında hiç bir şey gerçek olmayacak.
İnsanoğlu ölüm kendisini yakalayana kadar oyalanıp duracak.
Emaneti veren, hükmüde verecek.
Rabbinin buyruğuna boyun eğmiş olan melek, son olarak kendi canını alacak.
Öyle ya Rabbülalemin! Kıyamet günü ona üç defa soracak hayatta kalan var mı?
Azrail üçüncüde şu cevabı verecek; Ben hariç yok, El Baki.
"Öyleyse sende öl! ey ölüm meleği"